Munzam Zararın İspat Sorunu Kapsamında AYM ile YHGK Kararları Üzerine Bir Değerlendirme

son güncelleme Mayıs 17, 2025 by Av. Hazal Kayapınar

GÜNCEL İÇTİHATLAR DOĞRULTUSUNDA, MUNZAM ZARARIN İSPAT SORUNU ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

GİRİŞ

Bu incelemenin konusunu “Munzam Zarar” kavramı hakkında Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında oluşan görüş ve uygulama farklılığı oluşturmaktadır. Munzam zarara ilişkin tartışma konusu olarak karşımıza çıkan husus, söz konusu zararın ispatı sorunudur. İspata ilişkin bu durum Yargıtay Daireleri, YHGK ve Anayasa Mahkemesi tarafından farklı şekilde ele alınmış olup, bu konuya dair görüş ayrılığı halen devam etmektedir.  YHGK munzam zarar kavramının her olayda ayrıca değerlendirilerek borçlunun temerrüdü sebebiyle oluştuğu iddia edilen zararın somut olarak ispatlanması gerektiğini ve bu sebeple munzam zararın ispat yükünün talep eden alacaklıya ait olduğunu savunmaktayken, Anayasa Mahkemesi ise borçlunun temerrüde düşmesi sebebiyle alacaklının, alacağına ulaşana kadar geçen zamanda paranın enflasyon karşısında değer yitirmesi ile zaten olağan dışı bir külfet yüklendiğini, munzam zarar için ayrıca ispat külfeti altına sokulmasının mülkiyet hakkının ihlali olacağını belirtmektedir. Gelinen noktada, güncel Daire kararları YHGK ve Anayasa Mahkemesi Kararı arasındaki görüş farkından etkilenmekte ve bu durum birbirinden farklı içtihatlar çıkmasına sebebiyet vermektedir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 13.01.2025 tarih 2024/3534 E. 2025/15 K. sayılı yakın tarihli kararı, Anayasa Mahkemesi Kararıyla paralel bir görüş izlemekte olup, bu konuda Munzam Zarara ilişkin somut ispat arayan, Yargıtay’ın alışılagelmiş son 3 senelik uygulamasından farklı bir karara imza atmıştır.

 

MUNZAM ZARAR KAVRAMI

Öncelikle, Anayasa Mahkemesi ile YHGK arasında görüş ayrılığına sebep olan Munzam Zarar kavramının hukuksal olarak ne ifade ettiğine bakılması gerekmektedir.6098 Sayılı TBK’nın 117. Madde ve devamında Borçlunun Temerrüdü’ne dair şartlar ve sonuçları düzenlenmiştir. Bu kapsamda borçlunun borcunu zamanında ödememiş olması durumunda faiz yükümlüğü altına gireceği TBK 120. Maddede hüküm altına alınmış ve bu faiz “Temerrüt Faizi”  olarak nitelendirilmiştir. Alacaklının bu faizi talep edebilmesi için borçlunun kusuru olup olmadığına bakılmaz ve alacaklının bu faizi talep etmesi için temerrüt sebebiyle bir zarara uğradığını ispat etmesi aranmaz. Borçlunun temerrüdü alacaklıyı ayrıca aşkın, yani munzam zarara da uğratmış olabileceğinden TBK bu durumu da 122.maddede düzenlemiş ve alacaklının temerrüt faizini aşan bir

zarara uğraması durumunda borçlunun kusursuz olduğunu ispat etmediği sürece bu zararı da gidermesi gerektiğini hükme bağlamıştır.

MUNZAM ZARAR HAKKINDA YARGITAY DAİRELERİNİN FARKLI GÖRÜŞLERİ

Yukarıda Temerrüt Faizi ve Munzam Zarar kavramı hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Yargıtay önüne gelen uyuşmazlıklarda ispat yükü açısından temerrüt faizi ve munzam zararla ilgili olarak farklı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Temerrüt faizinin talep edilmesi için alacaklının herhangi bir ispat yükü altına sokulamayacağını borcun ödenmesinde gecikme olması ile birlikte alacaklının temerrüt faizi isteme hakkının doğduğunu ifade eden Yargıtay, yasa hükmünün de bunu emrettiğini belirtmektedir. Ancak konu munzam yani aşkın zarar olunca Yargıtay’ın görüşü değişmekte ve yüksek mahkeme alacaklının temerrüt faizi dışında oluştuğunu iddia ettiği aşkın zararı ispatlaması gerektiğini ve bu ispatın somut vakıalara dayanmasının şart olduğunu belirtmektedir. Yargıtay ilgili hukuk daireleri, Anayasa Mahkemesi tarafından 2014/2267 Başvuru Numaralı dosyada verilen 21/12/2017 tarihli karara kadar bu görüşlerinde devam etmişlerdir. Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce  munzam zararın somut delillerle ispatlanması gerektiğine dair kararlar veren  Yargıtay 15.Hukuk Dairesi, AYM Kararından sonra bu karara uygun olarak görüşünü değiştirmiş ve gecikme halinde temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar karine olarak var kabul edilmesine ve söz konusu fiilî karinenin aksini ispat külfeti borçluya ait olması gerektiğine hükmetmiştir.(Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 28.11.2018 tarihli ve E. 2018/3499 K. 2018/4739 sayılı kararı. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 25.4.2018 tarihli ve E. 2017/2736 K. 2018/1742 sayılı kararı)

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN MUNZAM ZARAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ

Anayasa Mahkemesi’nin munzam zararla alakalı vermiş olduğu karar, hukuki değerlendirmeden daha çok borcun geç ödenmesi sebebiyle alacaklının uğramış olduğu ve temerrüt faizi ile karşılanmayan zararın mülkiyet hakkını ihlal edip etmediği ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi 2014/2267 Başvuru Numaralı bu dosyada 21/12/2017 tarihinde verdiği kararda, somut olay kapsamında Başvurucunun idareden olan alacağının mahkeme kararı ile ispat edildiğini ve bu alacağın icra edilebilir olması sebebiyle tartışmasız olarak mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu ifade etmiş ve bu kapsamda olan alacağın zamanında ödenmemesi sebebiyle alacağın değer kaybına uğratılmış olmasının alacaklının ekonomik değerlerinde azalmaya neden olduğunu belirtilmiştir. Somut olayda Anayasa Mahkemesi enflasyon sebebiyle paranın değerinde oluşan kaybın  mülkiyetin gerçek değerinde azalmaya sebep olduğunu  ve alacağın tahsil edilememesi sebebiyle bu bedelin  tasarruf veya yatırım aracı olarak da kullanılmadığından zararın arttığını ifade etmiş ve bu durumun mülkiyet hakkında mahrum bırakılmaya sebep olduğunu belirtmiştir. Borçlunun temerrüde düşmesi sebebiyle alacaklının zarara uğramasının yanında, geçen zaman sebebiyle enflasyon altında ezilen paranın alacaklıyı bir kez daha zarara uğrattığının tartışmaya kapalı olduğu ve alacaklıya zararı ispat yükümlülüğü getirilmesi  mülkiyet hakkının ihlali olarak   kabul edilmiştir.

Yukarıda kısa özeti verilen Anayasa Mahkemesi kararının ayrıntısına baktığımızda, başvurucunun şirket vasfında bir tüzel kişilik olduğu görülmektedir. Başvurucu bir kamu kurumu ile yaptığı ve tasfiye ile sonuçlanan inşaat yapım işi sözleşmesi kapsamında alacaklı olduğu iddiasıyla 10.10.1990 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmış, söz konusu dava devam ederken  bu kez alacağın  DSİ’den geç tahsil edilmesi nedeniyle uğradığı munzam zararın tazminini  talep ettiği 500 TL lik ek bir dava açmış ve bu iki dava birleşmiştir. Ancak mahkeme daha sonra munzam zararla ilgili açılmış olan davanın tefrikine karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi alacak davasına devam etmiş ve nihayet Mahkeme 19/4/2002 tarihinde davanın kısmen kabulü ile 58.926,87 TL’nin DSİ’den alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir.  Başvurucuya Mahkeme ilamı doğrultusunda 23/9/2002 tarihinde 62.968,69 TL asıl alacak ve 348.027,70 TL faiz olmak üzere toplam 410.996,39 TL tutarında ödeme yapılmıştır.Bu arada başvurucunun munzam zararla ilgili olarak 1995 yılında açmış olduğu dava ayrıca görülmeye devam etmiş, başvurucu bu sefer  17/2/2005 tarihinde Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde yine munzam zarara dayalı tazminat istemine ilişkin DSİ aleyhine bir dava daha açmıştır.Bu iki dava Ankara 7.Asliye Hukuk mahkemesinde açılan ilk dava ile birleştirilmiştir. Dosyada alınan raporla enflasyon oranları göz önünde bulundurularak  başvurucunun zararı 7.848.069 TL,  başvurucunun ortalama munzam zararı ise 16.917.638 TL  olarak hesaplanmıştır.Mahkeme 20.04.2005 tarihinde verdiği kararla  500 TL için davanın kabulüne karar verirken birleşen dava açısından zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir.Yargıtay 15. Hukuk Dairesi kararı bozarak zamanaşımı uygulanamayacağına hükmetmiş ve dosyayı geri göndermiştir.Daire aynı zamanda munzam zararın nasıl ispat edilmesi gerektiğini de belirtmiştir. Buna örnek olarak başvurucunun alacağını tahsil edememekten ötürü yüksek faizle borç para aldığını, alacaklı olduğu parayı zamanında alsaydı yabancı para ile ödemek zorunda olduğu borcunu geçen süre içinde gerçekleşen bu fark nedeniyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını, illiyet bağını da içerecek şekilde kanıtlamak durumunda olduğunu bozma ilamında belirtmiştir. Dosya yeniden ele alındığında bilirkişi bozma ilamı kapsamında inceleme yapmış ama başvurucunun borçlu olduğu icra dosyalarının kağıt fabrikasına gitmesi sebebiyle erişim sağlanamadığından Şirketin maruz kaldığı icra takipleri sebebiyle ödediği faiz ve icra giderlerinin toplam tutarının hesap edilemediği ve bu sebeple munzam zararın belirlenmediğini belirtmiştir.Mahkeme başvurucunun munzam zararı kanıtlayamadığından bahisle 28.12.2011 tarihinde asıl ve birleşen davanın reddine karar vermiştir.Temyiz edilen hüküm, Dairenin 25/12/2012 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/12/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.  Başvurucu 20/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Başvuru konusu olayda başvurucu, anılan Mahkeme kararıyla hükmedilen alacağının mülk teşkil ettiğini ve bu alacağın ise davanın açıldığı 1990 yılından ödemenin yapıldığı 2002 yılına kadar devam eden dönemdeki yüksek enflasyon sebebiyle değer kaybına uğradığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.Anayasa Mahkemesi  yapmış olduğu ilk incelemede başvurucunun idareye karşı açmış olduğu alacak davası sonucunda davanın kabul verilmesini de göz önüne alarak söz konusu alacağın belirli ve icra edilebilir niteliği gereği mülkiyet hakkı kapsamında kaldığına ve başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.Anayasa Mahkemesi munzam zararla ilgili olarak yaptığı incelemede  ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para; çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine kazanç, kira, nema  kavramların ekonomik değer olduğunu ve ödemenin geç yapılması ya da yapılmaması durumunda paranın sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılmasının,  sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurması yanında enflasyon etkisinde olan ekonomilerde değerini yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olduğunu belirtmiştir.Devamında  ise somut olayda idarenin borçlu olduğunu ve kamunun bu borçlarını icra takibine veya davaya gerek kalmadan ödemesinin beklendiği ifade edilmiş ve  başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği bunun başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiğinin açık olduğu bunun dışında bu zararın ispat edilmesinin istenmesinin da ayrıca olağan dışı bir külfet getirdiği kanaatine varmış ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

YHGK’NUN MUNZAM ZARARLA İLGİLİ GÖRÜŞÜ

Her ne kadar yukarıda bahsi geçen Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında Yargıtay’ın ilgili daireleri munzam zararın ispatı ile ilgili olarak bu karar doğrultusunda hükümler verseler de YHGK bu konuya dair önüne gelen son uyuşmazlık dosyası ile ilgili olarak vermiş olduğu 29.03.2022 Tarih, 2021/928 Esas 2022/401 Karar sayılı kararda, daire kararlarından farklı olarak;  munzam zararla ilgili talepte bulunan alacaklının uğradığını iddia ettiği zararı, enflasyonun yükselmesi veya genel ekonomik durumda ortaya çıkan olumsuz şartlar gibi soyut hususlarla değil, bizzat ve fiili olarak somut vakıalarla ispat etmesi gerektiği belirtilmiştir.YHGK vermiş olduğu bu kararla, temerrüt faizi ile karşılanmayan zararı olduğunu iddia eden alacaklının bu zararı yani aşkın zararını ispat için genel soyut nedenlere dayanamayacağını, uğranılan zararın fiili ve somut olgularla ispat edilmesi gerektiğini, aksi durumda borçlunun sadece temerrüt faizinden sorumlu olacağını hükme bağlamıştır.

Söz konusu kararın ayrıntısına bakıldığında, davacının İstanbul 14.Asliye Ticaret  Mahkemesinde  açmış olduğu davada, 09.12.1999 tarihinde bankaya yatırmış olduğu 450.000 TL  avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istediği söz konusu talebinin adı geçen mahkemece 2014/1304 Esas 2015/64 Karar sayılı kararla kabul edildiği  ve davacının alacağını tahsil ettiği görülmüş,  ancak davacının, alacağın 16 yıl sonra hükme bağlanması sebebiyle munzam zararın oluştuğu iddiasıyla İstanbul 5.Tüketici Mahkemesinde söz konusu zararın tahsili için bankaya karşı açtığı davanın,  adı geçen mahkemece faizi aşan zararın ispatının gerektiği  ancak davacı tarafça anılan hususu ispata yarar delil sunulmadığı gerekçesiyle  reddedildiği anlaşılmıştır. Söz konusu karar davacı tarafından istinaf kanun yoluna götürülmüş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 29.12.2017 tarihli ve 2017/486 E. 2017/655 K. sayılı kararı ile istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş ve karar gerekçesi olarak da davacının bankaya yatırdığı mevduat açısından bir karar bulunduğu ve bu karar kapsamında faiz alacağı ile beraber tahsilat yapıldığı, bunun dışında davacının ileri sürdüğü aşkın zarar iddiasına ilişkin somut bir ispat vasıtası olmadığı ifade edilmiştir.Söz konusu karar bu kez davacı tarafından temyiz başvurusu ile Yargıtay’a taşınmış ve Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin önüne gelen dosyada adı geçen daire yapmış olduğu inceleme ile yerel mahkeme kararını 29.04.2019 tarihli ve 2018/1512 E., 2019/3201 K ilam ile bozmuş ve bozma gerekçesinde ise;  munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde  ispat yükünün   zararı talep eden davacıda  olduğu ve Yargıtay dairesinin yerleşik içtihatlarının da bu yönde olduğu belirtilmiş, ancak söz konusu  dava açısından bakıldığında durumun farklı olduğu , somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde bankaya yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir süreci kapsadığı ve yerel mahkemece, munzam zararın oluşumundaki zaman kesitinin ve ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli görülmediği  ifade edilmiştir. Yargıtay kararında ayrıca hesaplama yöntemini de belirtmiş  ve sepet formülüne göre munzam zararı hesabı yapılması, bu doğrultuda, munzam zararın tespit edilebilmesi için borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin gerçekleştirildiği güne kadar geçen süre içerisinde her yıl itibarı ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle bu süre içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücü azalması nedeniyle alacaklının maruz kaldığı zarar miktarının tespit edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.Dosya bu şekilde ilk derece mahkemesine gönderilmiştir.İlk derece mahkemesi ise davacıya bankaya 09.12.1999 tarihinde yatırmış olduğu 450.000 TL için mahkeme kararının icraya konulması sonucu 2.947.080,68 TL ödendiğini bu meblağın 2.451.953,22 TL kadarının zaten faiz olduğu, bu miktarı aşan zararın ispatı için davacının dosyada somut delil sunmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.Direnme kararı sonucunda dosya YHGK önüne gelmiştir.Genel Kurul yapmış olduğu inceleme sonucunda, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına hükmeden 11.Hukuk Daire’nin kararının yasaya ve usule aykırı olduğuna ve davacının ilk derece ve istinaf makamı kararı esas alınarak yapmış olduğu temyiz başvurusunun reddine karar vermiş ve ilk derece mahkemesinin munzam zarar oluşmadığına dair kararını onamıştır.

Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin munzam zarar oluştuğuna dair kararından farklı olarak verilen bu HGK kararına baktığımızda  öncelikle borçlunun sözleşme gereği üzerine düşen ödeme edimini yerine getirmemesi durumunda ortaya çıkan hukuki sonuçlardan bahsedilmiş ve borçlunun temerrüde düşmesi durumunda alacaklının temerrüt faizi talep etme hakkının bulunduğu ve bu talep için alacaklının zararın varlığını, miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda olmadığı belirtilmiştir. Yine Temerrüt faizi talep edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması şart olmadığı, borçlunun bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek ve bunu kanıtlayarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamayacağı da ifade edilmiştir. Temerrüdün diğer bir sonucu olan munzam zarara gelindiğinde ise Genel Kurul öncelikle munzam zararın tanımı yaparak niteliğinden bahsetmiştir. Bu tanımlamaya göre munzam (aşkın) zarar para borcunun ifasında borçlunun kusuruyla temerrüde düşmesi nedeniyle alacaklı nezdinde ortaya çıkan zararın temerrüt faiziyle karşılanamaması hâlinde söz konusu olan bir zarar olup bu zarar, borçlunun temerrüdü ile borcun ödendiği tarih aralığındaki dönemi kapsamaktadır. Bu anlamda munzam zarar, kaynağı ne olursa olsun temerrüt faizi yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir.Munzam zararın talep edilmesinin ilk şartı borçlunun temerrüdü olup diğer bir şart ise borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt faiziyle karşılanamayan alacaklı zararının mevcudiyetidir. Ancak alacaklının zararının temerrüt faizinden az yahut temerrüt faizine eşit olması durumunda, zararın temerrüt faiziyle karşılanacak olması sebebiyle aşkın (munzam) zararın varlığından söz edilemez. Zararın var olduğunu ispat yükü burada alacaklıya düşmektedir.Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken üçüncü koşul; borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olmasıdır ve kusurlu olmadığını ispat borçluya aittir. Borçlu, temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispatlamadıkça ortaya çıkan aşkın (munzam) zarardan sorumludur. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken son koşul ise; borçlunun temerrüdü ile alacaklının aşkın (munzam) zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyetidir. Bu çerçevede alacaklı, borçlunun temerrüde düşmesi ile ileri sürdüğü aşkın (munzam) zarar olgusu arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlüdür.

Hukuk Genel Kurulu yukarıda bahsi geçen tanımlamalardan sonra dava konusu açısından önem arz eden munzam zararın ispatı hususuna değinmiş ve aşkın (munzam) zararın ispatının, bu zararın varlığını iddia eden alacaklının üzerinde olduğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda aşkın (munzam) zarar alacaklısı, TBK’nın 122. maddesine dayalı olarak tazminat talebinde bulunabilmesi için diğer üç koşul yanında borçlunun geç ödeme yapması sebebiyle  doğan ve duruma göre malvarlığında azalma veya engellenen kazançlardan oluşan zararını kanıtlamak durumundadır.

Kurul daha sonra somut olayla ilgili olarak ispat durumunu incelemiş ve Aşkın (munzam) zararın talebinde varlığı iddia olunan zararın, yine alacaklı tarafından yasal ispat vasıtalarıyla somut, inanılır ve açık bir biçimde ispatlaması gerektiğini, başka bir anlatımla  munzam zararın alacaklı tarafından, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 194. maddesi gereğince ispata elverişli şekilde somutlaştırılarak ileri sürülen iddianın ispatı için gerekli tüm deliller somut olarak ortaya konulması gerektiğini belirtmiştir.Kurul, somut olay açısından bu durumu değerlendirmiş ve her ne kadar 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen bozma kararında, ülkemizde belirli dönemlerde mevcut olan ekonomik olumsuzluklar nedeniyle paranın satın alma değerinin önemli derecede azaldığı, böyle bir ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için girişimlerde bulunmasının olayların normal akşına, genel hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu ve munzam zararın bu sebeple oluştuğunun kabulü gerektiğine dair tespitte bulunsa da, davacı tarafından, ülkemizdeki belirli dönemlerdeki ekonomik koşullarda mevcut olumsuzluklardan hareketle, kendi durumuna özgü şekilde açık ve somut olarak oluşan bir zarar olgusuna dair bir iddiada bulunulmadığı gibi bu yönde ispata yeter herhangi bir delil de sunulmadığı belirtilerek sadece, ekonomik koşullardaki olumsuzluklardan hareketle davacının durumunda olan bir bireyin elindeki varlığını koruma amacıyla belirli yatırımlara yönlendireceğine dair faraziyeye dayalı olarak aşkın (munzam) zararın ortaya çıktığına dair kabulün hukuki olmadığı belirtilmiştir. Genel Kurul buradan hareketle, TBK’nın 122. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan aşkın (munzam) zararın, genel ekonomik olumsuzlukların (ülkede cari enflasyon oranı, yüksek ve değişken döviz kurları, mevduat faizleri, paranın satın alma gücünde meydana gelen azalma) dışında davacının durumuna özgü somut vakıalarla ispatlanması gerektiğini, bu ispatın çerçevesini, ekonomik şartlar sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar gibi genel ve soyut hususlardan ziyade geç ödeme nedeniyle davacının kendisinin, şahsen ve somut olarak uğradığının delillerle ortaya koymuş olmasının oluşturduğunu ifade ederek,  mahkemece yapılan yargılama sırasında ise  davacı tarafından yukarıda belirtildiği şekilde bir zarar olgusunun ileri sürülüp yasal çerçevede ispatlanmadığı belirtilmiş, bu kapsamda İstanbul 5.Tüketici Mahkemesi ve istinaf makamının kararlarının hukuka uygun ve yerinde olduğu ve bu kapsamda yerel mahkemenin 11.Hukuk Dairesi tarafından verilmiş olan bozma kararına karşı vermiş olduğu Direnme kararının onanmasına hükmedilmiştir.

Yargıtay HGK bu kararıyla birlikte, munzam zararın ispatı açısından soyut ispat yöntemini kabul eden Anayasa Mahkemesi yerine  somut ispat yöntemini kabul etmiş ve zarara dair kalemlerin delilleriyle birlikte, talep eden davacı tarafından ortaya konması gerektiğini belirtmiştir.

YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİNİN KONUYA DAİR 13.01.2025 TARİHLİ GÜNCEL KARARI

YHGK’nun vermiş olduğu bu karardan sonra geçen sürede Yargıtay’ın görüşünde herhangi bir değişiklik olmamış ancak, son dönemde artık ‘’hiperenflasyon’’ olarak değerlendirilecek bir döneme girilmesiyle birlikte, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 13.01.2025 tarih 2024/3534 Esas 2025/15 Karar sayılı ilamı ile munzam zararın ispatı ile ilgili YHGK’nun mevcut hükmünden çok farklı bir karara imza atmıştır. Daire munzam zarara dair ikili bir ayrıma gitmiş ve yüksek/hiper enflasyon dönemi ile normal enflasyon döneminde munzam zararın ispatına dair farklı yöntemleri kabul etmiştir. Normal enflasyon dönemlerine ilişkin olmak üzere Genel Kurulun somut ispat yönteminin esas alınmasını, enflasyon ülke ekonomisinde süreklilik ve yükseklik arz etmiyorsa bu durumda alacaklının somut olaylarla zararını ispatlaması gerektiğini ifade etmiştir.Normal enflasyon dönemlerinde temerrütten sonra ifa anına kadar paranın değer kaybetmesi kural olarak munzam  zararın varlığını göstermeyeceğini belirten Daire, sürekli ve yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomilerinde para borcunun zamanında ödenmemesi ve borcun ifasının uzun süre alması nedeniyle alacaklının  her zaman zarara uğradığını kabul ederek,  paranın yüksek enflasyon sebebiyle değer kaybetmesi sonucunda, alacaklının mal varlığından eksilme olacağından zararın oluştuğunun kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.Yargıtay 6.Hukuk Dairesi vermiş olduğu bu kararda iş bu incelemenin konusu olan Anayasa Mahkemesi’nin  21/12/2017 tarih ve 2014/2267  Başvuru Numaralı kararına atıf yapmış ve  Anayasa Mahkemesi’nin kararında yer alan  “enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak  alacağına geç bir şekilde kavuşan alacaklının  şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği ve  bu zararın ispat edilmesinin istenmesinin da ayrıca olağan dışı bir külfet getirdiği, bu durumun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal ettiğine “ dair gerekçesini esas alarak karar vermiştir.

Yargıtay 6.Hukuk Dairesi’nin bu kararında alacaklının parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çabada bulunmasının hayatın olağan akışına da uygun olduğu, en azından paranın değer kaybını önlemek için döviz, altın, vadeli mevduat hesabı, devlet tahvili gibi yatırımlara yönelmesinin doğal olduğuna dikkat çekerek,  ilk derece mahkemesinin davacı alacaklının somut olarak zararını ispat edemediğinden bahisle vermiş olduğu davanın reddine ve bu kararı hukuka uygun gören istinaf makamının kararını hukuka uygun bulmayarak,  somut olay özelinde 29.12.2017 tarihinden alacağın tahsil edildiği 24.07.2023 tarihine kadar ülkemizdeki enflasyon oranları, yabancı paranın değer artışı, altın fiyatlarının artışı, vadeli mevduat faiz oranları, devlet tahviline verilen faiz oranı, asgari ücret artışı gibi ekonomik göstergeler ve o dönem içerisindeki yasal faiz oranları dikkate alındığında davacı alacaklının temerrüt faiz oranı üzerinde munzam zararın oluştuğunun kabulüne karar vermiştir.

DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun munzam zararla ilgili olarak özellikle zararın ispatı açısından birbirinden farklı görüşe sahip oldukları açıkça ortadadır. Bunun yanında Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin, HGK kararına muhalif denilebilecek şekilde Anayasa Mahkemesi kararına da atıf yaparak vermiş olduğu kararla munzam zararın ispatı için soyut yöntemin seçilmesi gerektiğine dair kararı da incelemeye konu olan munzam zararın ispatına dair sorunu daha karmaşık bir hale getirmiştir.

Anayasa Mahkemesi, borçlunun temerrüde düşmesiyle beraber, alacaklının alacağına ulaşana kadar geçen zamanda paranın enflasyon karşısında değer yitirmesi ile zaten olağan dışı bir külfet yüklendiğini ve bu sebeple alacaklının uğradığı zararı ispat etmesine dair ek bir külfetin mülkiyet hakkının ihlali olduğunu değerlendirmesinin yanında, Hukuk Genel Kurulu, Munzam Zararın ispatının HMK’nın 194. maddesi kapsamında bahsi geçen şekilde sağlanmasının gerektiğini yani iddia olunan zararın somutlaştırılarak bunun için gerekli tüm delillerin ortaya konulması gerektiğini ifade etmiştir. YHGK vermiş olduğu bu kararda, TBK’nun 122. Maddesinde tanımlanan aşkın yani munzam zararın talep edilebilirliğinin şartlarından birisinin de alacaklı açısından iddia olunan zararın açık ve somut bir biçimde ispatı olduğunu  belirtirken, Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş olan kararda yer alan ve alacaklının, alacağına geç ulaşmasının onda sebep olduğu mağduriyetle beraber, ekonomik koşullardaki kötüye gidiş ve olumsuzluklar ile enflasyonun yüksek olmasının,  alacaklı açısından aşkın  zararın oluştuğuna dair  yeterli kanıt  olabileceğine dair görüşü reddetmiş ve   borçlunun ödemedeki  gecikmesi sebebi ile ekonomik değerin yatırım ve tasarruf için kullanılamamış olmasına dair genel gerekçenin munzam zararın ispatı için yeterli olmadığını  belirtmiştir.

Hukuk sistemimiz açısından bakıldığında, Anayasa Mahkemesi’nin kararları ikincil olup,  mahkeme açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesi bakımından mahkemelerinin takdir yetkisine müdahale etmemektedir. Bu açıdan bakıldığında munzam zararla ilgili olan uyuşmazlıkla ilgili önüne gelen bu olayda Anayasa Mahkemesi’nin yapmış olduğu değerlendirme,  norm denetimi kapsamında değil bireysel başvuru kapsamında yapmış olduğu bir yargılama olduğundan, benzer durumlarda aynı kararı vermek durumunda olmadığı da açıktır. Anayasa Mahkemesi hak ihlali açısından değerlendirme yapması sebebiyle her somut olayda hak ihlalinin olup olmadığını incelemek durumundadır.

Yargıtay, önüne gelen uyuşmazlıklara dair kararlarda hukukilik denetimi yaparken Anayasa Mahkemesi hak ihlalleri açısından değerlendirme yapmakta olup, bu açıdan bakıldığından ilk derece mahkemelerinin munzam zarar dair verecekleri kararlarda, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verilmiş olan kararla,  Yargıtay ilgili daireleri ve HGK’nın emsal kararları karşı karşıya geldiğinde, HGK tarafından verilen kararları esas almasından daha doğal bir durum olmayacağı açıktır.

Bu durumun, yani ilk derece mahkemelerinin, munzam zarara dair verecekleri kararlarda HGK tarafından verilmiş olan kararı esas almalarının uygulama açısından az çok yeknesaklık sağlayacağı düşünülmekteyken, Genel Kurul tarafından verilen karardan çok farklı olarak ve daha sonraki bir tarih olan 13.01.2025 de,  Yargıtay 6.Hukuk Dairesi tarafından verilmiş çok yeni ve Anaysa Mahkemesi’nin kararını esas alan 2024/3534 Esas 2025/15 Karar sayılı  kararın,  ilk derece mahkemeleri tarafından dikkate alınıp alınmayacağının  tartışma konusu olacağı açıkça ortadadır.

Bizim görüşümüz ise, Anayasa Mahkemesi’nin munzam zarar açısından alacaklıya zararın somutlaştırılması gibi fazladan ispat külfeti yüklemenin hak ihlallerine sebep olduğuna dair tespiti yönünde olup, yüksek enflasyonun hakim olduğu dönemlerde enflasyon oranları, yabancı paranın değer artışı, altın fiyatlarının artışı, vadeli mevduat faiz oranları, devlet tahviline verilen faiz oranı, asgari ücret artışı gibi ekonomik göstergelerin alacaklı açısından munzam zararın ispatı için yeterli olduğu şeklinde verilmiş olan Yargıtay 6.Hukuk Dairesi’nin son kararı da bu görüşü desteklemektedir.

Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız